Slide 1 Slide 2 Slide 3 Slide 4 Slide 5
| 0 yorum

Simya

Simya kelimesini duyduğumuzda belki de birçoğumuzun aklına yukarıda alıntı yaptığımız “Simyacı” isimli roman gelir. Hayatta mutlu olmayı öğütleyen, bir çobanın altın bulma amacıyla çıktığı Mısır yolculuğunu anlatan bu roman satış rekorları kırmış, bizim belleğimize de kazınmıştır. Fakat “simya” denildiğinde bilmemiz gereken bundan fazlası olmalı. Keza simyacılık, tarih boyunca ilgi çeken bir uğraş olarak karşımıza çıkmaktadır. Biz de bu yazıda simyanın ne olduğunu, niçin ilgi çektiğini, bilimsel yönü olup olmadığını kısaca ele almak istiyoruz.

Diğer bir adı “alşimi” olan simya; bir dönemin felsefesini ve doğanın ilkel yollara araştırılmasını ifade eden bir kavramdır. Arapça’daki “alkheemee” kelimesinden dilimize geçen simya İngilizce olarak da “alchemy” olarak adlandırılmaktadır.



Simya; değersiz maddeleri altına çevirme, çaresiz hastalıkların tedavisini bulma ve ölümsüzlük iksirine sahip olma amacıyla yapılan geçmiş çalışmaları ifade etmektedir. Simya, simya kaynaklarının ifadesiyle, yer ve insan arasındaki etkileşimi inceler, insanı sonsuz bir varlık haline getirme amacı taşır. Bu anlayışa göre insan altına kavuşacaktır, çaresiz hastalıklardan ölmeyecektir ve bunun ötesinde ölümsüzlük iksiriyle sonsuza dek dünyada kalacaktır. Böyle bahsedildiğinde hayali çalışmaları ifade ettiğini düşünebileceğimiz simya ile ilgilenenleri ve 2500 yıllık geçmişini dikkate aldığımızda ilgi çekici bir konu olduğunu söylemek mümkün.

Kimya, Metalurji, Fizik, Tıp, Astroloji, Semiotik, Mistisizm, Spiritüalizm ve Sanat… Birbirinden farklı alanlar… Hem sanat hem tıp hem mistisizm, hepsi bir arada… Simya tüm bu alanları barındıran bir uğraş olduğu iddiasında olmuştur. Bilimin temellerinin atıldığı Mezopotamya, Eski Mısır, İran, Hindistan, Çin’de uğraşılan simya, sonraki dönemlerde Yunanistan, Roma İmparatorluğu, İslam devletlerinde de görülmeye başlamıştır. 12.yüzyıldan sonra Ortaçağ Avrupası’nda önemli bir uğraş haline gelmiştir. Görüldüğü gibi farklı coğrafyalarda, farklı kültürlere rağmen simyacılık rağbet görmüştür. İnsanoğlunun sonsuz olma arzusunun ve zenginlik hayalinin inanç, kültür ayrımı olmaksızın yayılımı dikkat çekicidir.

Simya bir bilim dalı mıdır?

Simya; kimya ile olan kelime benzerliği ile bir bilim dalı olarak düşünülme tehlikesini taşımaktadır. Şunu kesin olarak belirtebiliriz ki; simya bir bilim dalı değildir. Simyacıların kullandıkları deneysel yöntemler kimya ile benzeşebilir fakat kimyada görülebilecek olan pozitif yaklaşım simyada yoktur.


Günümüzde kullanılan bazı maddelerin yüzyıllar önce simyacılar tarafından kullanıldığı, kimyanın temelini atan uğraşın simya olduğu belirtilmektedir. Kostik soda, kükürt, civa, sönmüş kireç, nitrik asit gibi maddelerin yüzyıllar önce kullanılmış olması ilgi çekici görülebilir. Fakat bu maddelerle uğraşılırken varılmak istenen sonucun felsefi boyutlarının ağır olması ve zaman zaman da büyücülüğe benzer bir hal alması, onu bilimsellikten uzak kılmaktadır. Simyacılık barutun bulunması, madenlerin rafine edilmesi, kozmetiğin gelişimi, seramik, cam ve boyanın üretimini sağlaması, likör ve esans üretimini başlatması gibi kimyasal gelişime katkılarının olduğu belirtilse de yöntemi kimyadan farklıdır.

Başka bir bakış açısıyla astroloji ve astronomi arasındaki ilişkinin simya ve kimya arasında da olduğu söylenebilir. Yani, geçmiş çağların insanları fiziksel fenomenlere mistik anlamlar yüklemişlerdir.

Mesela simyacılar da tıpkı diğer ilkel bilimler ve bugünkü sözdebilimcilerin kabul ettikleri gibi, Platon’un dile getirdiği dört elementin varlığını kabul etmektedir. Bunlar; Ateş, Su, Hava, Topraktır. Bu elementler genel anlamlarından öte bazı özelliklerin simgesi olarak kullanılmışlardır.

Ateş; İlahi gücü temsil etmektedir. Işık verdiği için aydınlığı temsil eder. Erkeklik unsuru içerir. Genel olarak aydınlanmayı aynı zamanda azabı, yıkıcılığı da temsil etmektedir.

Su; Ateşin zıddıdır. Dişiliği temsil etmektedir. Su değişkendir, Ay’ı temsil eder. Hayat verici ve arındırıcı olmasının yanı sıra gizliliği de temsil etmektedir.

Hava; Nötr bir element olup ateş ve suyun özelliklerini içermektedir. Zihni temsil etmektedir.

Toprak; bereketi ve kazancı simgelemektedir. Özellik olarak diğer üç elementin özelliklerini barındırmaktadır.

Simya bu elementlerle ilgili düşünce sistemini pratiğe de aktarmıştır: Bu elementler ısıtmak, kızdırmak, dökmek, buharlaştırmak, süzmek gibi eylemlerle ilişkilendirilmiştir. Dahası, simyaya göre dişi ve erkek ayırımı vardır. Bu ayırıma göre güneş erkek, dünya dişidir. Yine simya öğretilerinde üç dünyadan söz edilmektedir; Arketipler (Tanrı), Macrocosmos (Doğa) ve Microcosmos (İnsan). İnsan da  “ruh, can, beden” olmak üzere üçlemeden oluşmaktadır. Elementler dünyasında bunun karşılığı ise; “kükürt, tuz, cıva” olarak yer almaktadır. Burada kükürt ve cıva karşıt iki prensibi, tuz ortada olan prensibi temsil etmektedir.

Simyacılar kuşkusuz çalışmalarında maddelerle deney yapmışlardır fakat görüldüğü üzere amaç ve anlam metafiziksel boyutlarda yoğunlaşmaktadır. Simyacıların elde etmek istedikleri “pancea” (ölümsüzlük iksiri) ve madenlerin altına çevrilmesi isteği uzun çalışma dönemlerini kapsamıştır. Ölümsüzlük iksirinin yapı taşı olan “felsefe taşı” bulunması mümkün olamasa da en büyük hedeflerden biri olmuştur. Simyanın metafizik yorumlamalardan ayrılmaması zaman içerisinde onu metafizik temeli esas alan, kimyasal maddeleri spiritüel (ruhani) varlık ile ilgili bilgi veren araçlar haline getiren bir uğraş yapmıştır. Kimyevi alandaki terminoloji eksikliği simyacıları zamanla pagan mitolojisi, astroloji ve kabala terimlerini kullanmaya itmiştir. Bu nedenle simyacılar en basit deneyleri bile mistik bir uğraş olarak karışık terimlerle ifade etmişlerdir.


Simya, Hermetizm ve Ezoterizm ilişkisi

Simya konusunu araştırdığınızda karşınıza çıkması muhtemel iki kavram vardır, bunlar; Hermetizm ve Ezoterizm’dir. Ezoterizm; bir üstat tarafından “inisiyasyon” (doğru yolu gösterme) yoluyla yetkin kişilere aktarılan felsefe öğretileridir. Bilgi ehil olmayanlara aktarılmamalıdır. Hermetizm ise; Eski Mısır’da yaşamış olduğuna inanılan ve ilahlaştırılan bir simya bilgesinin, Hermes Trismegistus’un öğretileridir. Bu iki kavramın ortak özelliği felsefi-spiritüel dünyaya ait olmalarıdır. Simyanın bu iki öğretiyle yakından ilişkili olmuştur. Bu nedenle simya zaman içerisinde felsefe alanının inceleme konusu haline gelmiştir.

Değersiz maddelerden altına yolculuk  

Tarih boyunca simyacıların değersiz maddelerden altın yapmakla uğraştıklarına inanılmaktadır. Sadece bu amaçla çalışmalar yapanlar olmuştur ama işin ruhani yönüyle ilgilenen simyacılara göre asıl amaçları felsefe taşına ulaşmaktır. Felsefe taşından yine ayrıca söz etmek istiyoruz ama öncesinde altın yapma uğraşı hakkında bilgi vermek yerinde olacaktır.

Simyacıların “kırmızı iksir” adını verdikleri karışım ile değersiz metalleri altına dönüştürmeye çalışmışlardır. Metalin altına dönüşmesi aşama aşamadır, önce hamdır, arındırılır, tamamen arındıktan sonra altın olabilmektedir. Altın yapma çalışmaları genellikle kurşun ve cıva üzerinde yapılmıştır, bazı simyacılar tarafından cıva ile kükürt, arsenik ve amonyum klorür karıştırılmıştır. Kullandıkları büyülü sözler ve karışık çizimler bu konuda detaylı bilgi edinmeyi zorlaştırmıştır. Simyacılar kimyasal incelemeleri altın yapmanın yanı sıra, zehir, sihirli iksirler yapmak amacıyla da yapmışlardır.

Bulunamayan sır; Felsefe taşı

Simyacılara göre ölümsüzlüğün sırrını bulmanın temeli felsefe taşına dayanmaktadır. Bu felsefe taşı ruhani dünyanın da kilit anahtarı niteliğindedir. Felsefe taşına olan büyük inanç bu durumdan faydalanan dolandırıcıları da beraberinde getirmiştir. Günümüzde artık felsefe taşına olan inanç oldukça düşüktür.

Simya bir dönemin gözde uğraşlarından biri olsa da günümüzde etkisini yitirmiştir. Tarih boyunca simyacılara dolandırıcı gözüyle bakılmıştır. Pek çoğu böyle olsa da simya ile bir dönem Isaac Newton, Robert Boyle, Fizikçi Arnaldus de Villa Nova gibi bilim adamlarının da ilgilenmesi ilginç bir noktadır. Simya bilimden ayrı bir uğraş olarak kabul edilmelidir, tarih boyunca simyanın başarısı kanıtlanamamış, ulaşılmak istenen hedefler rivayetlerden öteye geçememiştir. Simyacıların çalışmalarını ehil olmayan kişilerden koruma istekleri sebebiyle arkalarında bıraktıkları karışık terim ve şekillerin deşifrelerinin zorluğu bu uğraşın incelenmesini de zorlaştırmaktadır.



Kaynakça

http://simya.nedir.com/

http://tr.wikipedia.org/wiki/Simya

http://www.alchemylab.com/what_is_alchemy.htm

http://www.themystica.c http://www.hermetics.org/Felsefi_Simya.htmlom/mystica/articles/a/alchemy.htm
Read more...
| 0 yorum

Zenb-i Mağfiret Duası

Bismillahirrahmanirrahim. Allahümmağfirli zenbi ve metti’li fi darri, barikli fi rzıki allahümme ca’lni minnet tevvabin, vec’alni minel öutetahhirin, Vec’alni min ibadikessalihin vecalni minellezine la havfun aleyhim ve lahum yahzenun.[1]



Kaynaklar

[1] "Beş Vakit Namaz'da, Mübarek Gün ve Gecelerde Okunacak Dualar", Esma Yayınları, s.38
Read more...
| 0 yorum

Sarı Rengin Esrarı

Kurân-ı Kerim'de (Bakara,69) SARI renk için; ‘bakanların içini açan' tabirinin kullanılmış olması, Mısırlı göz uzmanı Dr. Mustafa Ahmet Azb'ın dikkatini çekti ve onun renkler üzerinde bir dizi araştırma yapmasına sebep oldu. Araştırmalar sırasında, insan gözünün kırmızı rengi görebilmesi için 50 diametrelik, mavi rengi görebilmesi için 150 diametrelik bir enerji harcarken; sarı rengi görebilmesi için enerji sarf etmediği ortaya çıktı.

Zaten sarı rengin frekans ve dalga boyu itibarı ile hemen beyaz'dan sonra gelmesi bunu gösteriyordu.

Avrupa ve Amerika'nın çeşitli üniversitelerinde renkler konusunda yapılan araştırmalarda da, Kuran'ın sarı renk için kullandığı ifadeler aynen tasdik ediliyor.



Kanada'nın Alberta Üniversitesi'nde güzel sanatlar profesörü olan Harry Wohlfarth, renkler üzerinde bir dizi araştırma yaptı. Araştırmasında, eğitim araçlarını, sınıf ve okul çevresini —belli zaman aralıklarında—çeşitli renklere boyadı. Her seferinde öğrencilerin tavrını ve başarı derecelerini ölçtü ve neticede Sarı ve sarının karışımı olan açık renklerde, öğrencilerin daha uyumlu ve daha başarılı olduğu ortaya çıktı.

Amerika'daki Biyososyal Araştırma Enstitüsü'nde ise daha değişik bir araştırma yaptı. Enstitü Müdürü Psikolog Dr. Alexander Schauss, cemiyete uyumda zorluk çeken ve bu yüzden gözetim altında tutulan suçlular üzerinde renk deneyleri yaptı. Odalar sarı ve sarının karışımı olan Krem, portakal ve pembe gibi açık renklere boyandığında, suçluların daha az problem çıkardığı tespit edildi. Bu araştırmanın sonuçlarını, Amerika'da yayınlanan Psychomic Society dergisinde yayınlandı.

California'nın San Bernardino hastanesinde klinikler şefi olan psikiyatrist Paul Boaumuni, uyuşturucuya bağımlılık kazanmış ruh hastaları üzerinde bir renk araştırması gerçekleştirdi. Araştırma sonuçlarını şu sözlerle ifade eder: Daha önce sakinleşmelerini sağlamak için uyuşturucu vermek zorunda kaldığımız hastalar, odaları SARI ve sarının karışımı olan açık pembe, çağla yeşili gibi renklere boyandıktan sonra, daha az uyuşturucu talep eder oldular. Birbirlerini yaralamaya kadar varan eski yoğun olaylar, artık tek-tük görülüyor.

Psikolog Alexander Schauss, Renklerin insan beyni üzerindeki tesirleri adıyla ikinci bir araştırma daha yaptı. Araştırma sonuçlarında SARI rengin, renk algılama merkezi olan Reticular bölgesindeki sinir uçlarını çok düşük bir biyoelektrik akımı ile uyardığını ortaya çıkardı. Kırmızı, koyu mavi, siyah gibi sıcak renklerin, sinir uçlarını daha yüksek bir biyoelektrik akımı ile uyardığını da keşfeden araştırmacı, yüksek akımla uyarılan sinir uçlarının kan basıncını, ruhsal gerginliği ve kandaki şeker oranını artırdığını ifade ediyor.

Renkli ışığın çocuk sağlığı üzerindeki tesirlerini araştıran çocuk servisi uzmanları, sarı ve sarının hâkim olduğu renkli ışıklarla odaları aydınlatılan bebeklerde, sarılık hastalığının çok daha az görüldüğünü ortaya çıkarmışlardı.

Renkler konusunda, iş yerleri de kendi çaplarında araştırmalar yürütmektedir. Hangi renklerin işçilerin dikkatini taze tutacağını, iş kazalarını azaltacağını ve dolayısıyla verimi artıracağını araştırıyorlar. Amerika'nın güney bölgesindeki bir gaz tribünleri işletmesinde, daha önce gri ve siyah renkte olan tribünlerin sarı ve sarının hâkim olduğu açık renklere boyandığında, iş kazalarının azaldığı gözlenmiştir.

Fransa'da yayınlanan; Sciences Selection adlı bilimsel dergide, Faber Birren imzası ile yayınlanan başka bir makalede, Renklerle Düşünme adındaki bir araştırmadan söz ediliyor. Francis Galton'un başlattığı, davranış bilimleriyle uğraşan Karmoski ve Odbert'in de desteklediği bu araştırmada, Renklerle gerçekleştirilen beyin faaliyetleri incelenmektedir. Synethesie adı verilen bu beyin faaliyetinde her rengin bir harf ve rakam karşılığı vardır.

İddialarında daha da ileri giden Galton, ‘renklerle işitme'den de bahsediyor. Deneylerini beş duyu üzerinde devam ettireceğini söyleyen araştırmacı, notaları dahi renklerle ifade etmenin mümkün olacağını ileri sürüyor.

Bahsi geçen iki davranış bilimi uzmanı Karmoski ve Odbert, bazı gönüllüler üzerinde yürüttükleri bir araştırmada onlardan renk tercihi yapmalarını istemişler ve onları renk tercihlerine göre bir sıralamaya tâbi tutmuşlardır. Araştırmacılar, sarı rengi tercih edenlerin uyumlu ve yumuşak mizaçlı kimseler olduğunu; buna karşılık koyu renkleri tercih edenlerin sinirli, kavgaya hazır, uyumsuz tipler olduğunu görmüşlerdi.

Karakter tahlilinde, renklerden faydalanan bir başka araştırmacı da psikiyatr Dr. Kurt Goldstain'dir. Goldstain, beyin hastalığına müptelâ bir kadın üzerinde araştırma yapar. Kadına, sıra ile çeşitli renkten kumaşlarla dikilmiş elbiseler giydirir. Kırmızı, koyu mavi, siyah gibi koyu renkteki kumaşlarla dikilen elbiseleri giydiğinde, kadın, sarsak adımlarla yürür; düşmemek için doktorun yardımına ihtiyaç duyar. Sarı ve sarının hâkim olduğu açık renk elbiseler giydiğinde, kadının yürüyüşleri normale döner. Doktorun yardımına ihtiyaç duymadığı gibi, kendisini daha iyi hissettiğini ifade eder.

Dr. Gilbert Brighouse adındaki bir araştırmacı, daha enteresan bir deney gerçekleştirir. Renkler ve Ağırlık adını verdiği bu deney, bir spor kompleksinde, halterciler üzerinde yürütülür. Halterciler, kırmızıya boyandığında kaldıramadıkları aynı ağırlığı, sarıya boyandığında kaldırabilmişlerdir.

Haltercilere, aynı ağırlığın kullanıldığı söylenmemiş ve niçin kırmızıya boyalı ağırlığı kaldıramadıkları sorulduğunda; “Daha ağır olduğu için” cevabını vermişlerdir. Araştırmacı bu deneyden sonra, haklı olarak, koyu renkler için “ağır renkler” açık renkler için de “hafif renkler” tabirlerini kullanmıştır.
 
Buraya kadar konu edilen renkler üzerindeki araştırmalar Kuran'ın bir mucizesini daha ortaya çıkarmış bulunuyor. Renkler de kendi dili ile, Kuran'ın her yönü ile mucize olduğu gerçeğini bir kere daha Dünyaya ilân ediyor.[1]

Kaynaklar

[1] www.mumsema.com/tefekkur-ve-zikir/24256-sari-rengin-esrari.html
Read more...
| 0 yorum

Tüm Fobiler ve Adları

A

ablütofobi: yıkanmaktan korkma
agirofobi: caddelerden ya da caddelerde karşıdan karşıya geçmekten korkma
agorafobi: açık yer ya da kalabalık korkusu
ailurofobi: kedilerden korkma
akluofobi: karanlıktan korkma
akrofobi: yüksek yerlerden korkma
akustikofobi: belirli seslerden korkma
algofobi: acı çekmekten korkma
amatofobi: toz korkusu
amnezifobi: hafızasını kaybetmekten korkma
androfobi: adamlardan korkma
anemofobi: fırtına korkusu
antlofobi: sel korkusu
antropofobi: insanlardan korkma
apifobi: arılardan korkma
arakibutirofobi: yerfıstığı ezmesinin, yerken, damağa yapışmasından duyulan korku
araknofobi: örümceklerden korkma
aritmofobi: sayılardan korkma
asimetrifobi: simetrik olmayan şeylerden korkma
astenofobi: güçsüz olmaktan korkma
astrafobi: şimşek korkusu
ataksofobi: düzensizlikten korkma
atelofobi: mükemmel olamamaktan korkma
aviofobi: uçuş korkusu

B

ballistofobi: silahtan ya da mermilerden korkma
batofobi: derinlik korkusu, yüksek binaların yanından geçmekten korkma
batrakofobi: kurbağa, semender gibi çiftyaşayışlı (amfibyen) hayvanlardan korkma
belonefobi: iğnelerden korkma
bibliyofobi: kitaplardan korkma
bromidrosifobi: vücut kokusundan korkma
brontofobi: gök gürültüsünden korkma


D

dentofobi: dişçiden korkma
dermatopatofobi: deri hastalıklarından korkma

E

eisoptrofobi: aynalardan korkma
elektrofobi: elektrikten korkma
emetofobi: kusmaktan korkma
entomofobi: böceklerden korkma
epistaksiyofobi: burun kanamasından korkma
eritrofobi: yüz kızarmasından duyulan korku
erotofobi: cinsellik korkusu

F

farmakofobi: ilaçlardan korkma
fazmofobi: hayaletlerden korkma
febrifobi: yüksek ateşten korkma
filemafobi: öpmekten ya da öpüşmekten korkma
filofobi: sevmekten, aşık olmaktan korkma
fobofobi: korkmaktan korkma
fotofobi: ışıktan korkma

G

gametofobi: evlenmekten korkma
gefirofobi: köprülerden geçmekten korkma
gerontofobi: yaşlı insanlardan ya da yaşlanmaktan korkma
glossofobi: topluluk önünde konuşmaktan korkma


H

haptofobi: dokunulmaktan korkma
harpaksofobi: hırsızlardan ya da bir suçun kurbanı olmaktan korkma
helyofobi: Güneş'ten korkma
hematofobi: kan korkusu
herpetofobi: sürüngenlerden korkma
hidrofobi: sudan, yüzmekten ya da boğulmaktan korkma
higrofobi: nemden ya da yağmurdan korkma
hipegiyafobi: sorumluluktan korkma
hipnofobi: uyumaktan korkma
hipofobi: atlardan korkma
homiklofobi: sisten korkma
homofobi: eşcinsellerden korkma

İ

ihtiyofobi: balıklardan korkma

J

jinefobi: kadınlardan korkma

K

kakofobi: çirkinlikten, çirkin şeylerden korkma
kakorafiyafobi: başarısız olma korkusu
kanserofobi: kanser olmaktan korkma
kardiyofobi: kalp hastalığından korkma
karnofobi: etten korkma
katagelofobi: dalga geçilmekten korkma
kemofobi: kimyasal maddelerden korkma
keymafobi: kıştan ve soğuktan korkma
kimofobi: dalgalardan korkma
kinofobi: köpeklerden korkma
klimakofobi: merdivenden düşmekten ya da merdivenlerden korkma
klostrofobi: kapalı yer korkusu
koprofobi: dışkı korkusu
koulrofobi: palyaçolardan korkma
kremnofobi: yüksek yamaçlardan ya da uçurumlardan korkma
kriyofobi:buzdan ya da donmaktan korkma
kronomentrofobi: saatlerden korkma
ksantofobi: sarı renkten korkma
ksenofobi: yabancılardan korkma
ksilofobi: tahta şeylerden ya da ormanlardan korkma

L

limnofobi: göllerden korkma
litikafobi: davalardan ve mahkemelerden korkma
logofobi: belirli kelimelerden korkma
lökofobi: beyaz renkten korkma

M

manyofobi: delirmekten korkma
mastigofobi: cezalandırılmaktan korkma
mekanofobi: makinelerden korkma
melanofobi: siyah renkten korkma
mikrobiyofobi: mikroplardan korkma
mizofobi: kirlilikten korkma
monofobi: yalnızlıktan korkma
musofobi: farelerden korkma

N

nekrofobi: cesetten korkma
nelofobi: camdan korkma
niktofobi: geceden korkma
nozokomefobi: hastanelerden korkma
nüdofobi: çıplaklıktan korkma

O

obesofobi: şişmanlamaktan korkma
ofidiyofobi: yılanlardan korkma
okofobi: taşıt araçlarından korkma
osmofobi: belirli kokulardan korkma

P

pantofobi: her şeyden korkma
papirofobi: kağıttan korkma
paraskavedekatriafobi: ayın on üçü ve cuma olan günden korkma
patofobi: hasta olmaktan korkma
pedofobi: çocuklardan korkma
peladofobi: kel insanlardan ya da kelleşmekten korkma
penyafobi: fakirlikten korkma
pirofobi: ateşten korkma
plakofobi: mezar taşlarından korkma
pogonofobi: sakaldan ya da sakallı kişilerden korkma
politikofobi: politikacılardan korkma
porfirofobi: mor renkten korkma
potamofobi: ırmaklardan ya da su akıntılarından korkma
potofobi: alkollü içeceklerden korkma
pteronofobi: kuştüyünden korkma
pupafobi: kuklalardan korkma

R

radyofobi: radyasyondan, x ışınlarından korkma.
ranidafobi: kurbağalardan korkma

S

selenofobi: Ay'dan korkma
siderofobi: yıldızlardan korkma
simetrofobi: simetriden korkma
skiofobi: gölgelerden korkma
sosyofobi: toplumdan, genel olarak insanlardan korkma
soteriofobi: başkalarına muhtaç olmaktan korkma

T

tafefobi: diri diri gömülmekten korkma
takofobi: yüksek hızdan korkma
talassofobi: deniz ya da okyanus korkusu
tanatofobi: ölümden korkma
teknofobi: teknolojiden korkma
teratofobi: gebe kadının, şekilsiz, çirkin bir çocuk doğurmaktan korkması
termofobi: ısıdan korkma
testofobi: testlerden ya da sınavlardan korkma
tokofobi: gebe kalmaktan ya da çocuk doğurmaktan korkma
tomofobi: ameliyat olmaktan korkma
toksifobi: zehir korkusu
topofobi: belirli yerlerden korkma
travmatofobi: yaralanmaktan korkma
trikinofobi: gıda zehirlenmesinden korkma
triskaidekafobi: 13 sayısından korkma
tripanofobi: aşı ya da iğne olmaktan korkma
trikopatofobi: saç hastalıklarından korkma

Ü

ürofobi: sidikten korkma

V

venereofobi: zührevi hastalıklardan korkma
venüstrafobi: güzel kadınlardan korkma
vermifobi: solucanlardan korkma

Z

zelofobi: kıskançlıktan korkma
zoofobi: hayvanlardan korkma [1]

Kaynaklar

[1] www.gnoxis.com/forum/insan-psikolojisi/2018-tum-fobiler-ve-adlari.html
Read more...
| 0 yorum

Vandalizm


Birkaç yıl önce Türkiye’de kamuoyu, ulusal televizyon kuruluşlarının ana haber bültenlerinde çok çarpıcı bir görüntüye tanık oldu: İstanbul’da bir gösteri yapılıyordu ve göstericiler arasında yer alan genç bir kız, elindeki sopayla caddedeki çiçeklere öfkeyle saldırıyor, vuruyor, kırıyordu. Türkiye’de kamuoyu daha önce de göstericilerin caddedeki otomobillere ya da mağazalara zarar verdiklerine, yine televizyon yayınlarındaki görüntülerden tanık olmuştu. Fakat bir kişinin öfkeyle çiçeklere saldırarak vurup kırdığına ilk kez tanık oluyordu. Belki de bu yüzden bu olay o günlerde kamuoyunun dikkatini çekti ve insanlar birbirlerine şu soruyu sordular: Bir insan nasıl olur da kentin caddelerini ve meydanlarını süsleyen, üstelik yetişmeleri için özen gösterilen çiçeklere bu şekilde acımasızca saldırıda bulunabilir? Büyük bir buz dağının sadece dışarıdan görülebilen küçük bir kısmına benzetebileceğimiz bu soruya Türkiye kamuoyu hala bir cevap alabilmiş değildir. Sorun, sürekli kılık değiştirerek yaşamımızın hemen hemen her alanında karşımıza çıkan “tahripçilik” (vandalizm) sorunudur ve bu kavramsal yapıyla açıklanabilir.[1]


Geçmişi tarihin ilk dönemlerine kadar uzanan Vandalizm (tahripçilik), günümüzde de önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsanlar çeşitli nedenlerden dolayı çevrelerinde bulunan kişi ya da kurumlara ait eşyaları yine değişik yöntemlerle tahrip etmektedirler. Yapılan bu tahribatın sadece ekonomik boyutu bir sorunmuş gibi algılanmasına rağmen tahripçiliğin sosyal, psikolojik ve hukuki boyutları da vardır. Vandalizm kavramı, kasıtlı yada kötü niyetli olarak, resmi kurumlarda dahil olmak üzere, şehre ait tüm fiziksel unsurların bozulması, kırılması, kazılması vb şiddet içerikli eylemlere maruz kalmasıyla ortaya çıkan kundaklama, camların kırılması, duvarlara sıralara resim yapılması gibi pek çok olayı içine alan; içeriğinde yıkım olan; isyankar bir davranış biçimi olarak tarif edilebilir.[2]

Sanat, ilim eserlerini tahrip eden kimseye "vandal", güzel şeyleri yıkıp bozma meyline "vandalizm" denmektedir. Şiddetin denetimsiz ve sürü psikolojisi olarak dışavurumu olan şiddet hareketleridir. Futbol maçından sonra ortaya çıkan taşkınlık gösterileri, vitrin taşlama, üniversite işgalleri, illegal örgüt sempatizanlarının yasadışı gösterileri çerçevesinde polisin taşlanması, etrafın harap edilmesi, çevreye zarar ve rahatsızlık verilmesi, fanatik futbol taraftarların yıkıp dökme eğilimleri, cenazelerde meydana gelen taşkınlıklar, bir anlık duygu patlamaları gibi. Vandalizm, Fransız ihtilaliyle “etrafı kırıp geçirmek” anlamında ortaya çıkmıştır.[3]

Vandalizm, 1960’lıyıllardan itibaren başta Amerika, İngiltere, İsveç gibi gelişmiş ülkelerde olmak üzere, araştırmacıların dikkatlerini çeken sosyal, psikolojik, ekonomik ve hukuki bir sorundur.İleride ayrıntılarıyla tartışılacak olan vandalizmin nedenleri, ekonomik ve toplumsal bedeli, vandalizme karşı alınabilecek önlemler ve bunların etkililiği konusunda çalışmalar sürdürülmektedir. Ülkemizde de çeşitli vesilelerle (örneğin belediye otobüslerinin koltuklarının yırtılması, telefon kulübelerinin ve telefon makinelerinin kırılması vb) kamuoyunun dikkatini çeken bu sorun, son 5-6 yıldan beri araştırmalara konu olmaya başlamıştır.[1]

Vandalist eylemlerin kentsel mekanda sıkça rastlanan türleri; duvarlara yazı yazılması, bank, çöp kutusu benzeri kent mobilyalarının tahrip edilmesi, sokak lambalarının kırılması, ankesörlü telefonların bozulması, peyzaj elemanlarına zarar verilmesi gibi eylemlerdir.[4]

Bir saldırganlık türü olarak vandalizm, değişik görünümlerde ortaya çıkabilir:
  • Açgözlü tahripçilik
  • Taktik / İdeolojik tahripçilik
  • Oyunsu tahripçilik
  • Kinci tahripçilik
  • Kötü niyetli tahripçilik [5][6]
Vandalizm 60’lı yıllardan bu yana Amerika, İngiltere, İsveç gibi gelişmiş ülkelerde olmak üzere, araştırmacıların ilgisini çeken, oldukça önemli sosyal, psikolojik, ekonomik ve hukuki boyutları olan bir sorundur. Türkiye’de de kamu mallarına zarar verilmesi, park ve bahçelerin tahrip edilmesi, heykel ve sanat eserlerine zarar verilmesi, duvarlara yazılar yazılması gibi çeşitli biçimlerde ortaya çıkan Vandalizm araştırma konusu olmaya başlamıştır.[6]

Vandalizm, kelimesinin kökeni Eski Roma İmparatorluğu'yla yaptığı savaşlarda acımasızlığıyla ün sarmış olan Doğu Germen halkı Vandallardan gelmektedir. Kelime anlamı olarak bir şeyi nedensiz yere yakıp yıkma, zarar verme olarak belirtilebilir. Bu açıdan bakıldığında Vandalizm konusunda neredeyse dünyanın her ülkesinde küçük ya da büyük ölçekte belli sıkıntılar yaşanmaktadır. 8 Kasım’da İskoçya’nın Glasgow kentinde Vandalların yakmış olduğu ateş sonucunda yüksek gerilim hatları olumsuz yönde etkilenmiş ve 20.000 kişilik bir tüketici grubu bundan ötürü elektrik kesintisiyle karşı karşıya kalmıştır. Öte yandan Amerika’nın New Brunswick şehrinde kaya gazı üretimi için çalışmalarına başlayan bir şirket arka arkaya gelen protestolar ve Vandalizm nedeniyle operasyonlarına son vermek zorunda kalmıştır.[7]

Vandalizmin yıllar itibariyle değişiminin 5 yıldan daha uzun süreleri kapsayacak biçimde incelenip, analiz edilmesi, hangi faktörlerle korelasyon gösterdiği akademik olarak incelenmelidir. Örneğin dünyada yaşanan ve Amerika’nın baş sorumlusu olduğu, 2007 yazında başlayıp hâlen etkilerini sürdüren son küresel krizin ve bundan yola çıkarak ekonomik krizlerin, çalışmada ele alınan suçların işlenme oranlarının değişmesinde nasıl bir etkisi olduğu araştırılabilir. Bunların ötesinde saldırganlığın nasıl azaltılabileceği üstünde çalışılmalıdır. İnsanlarda ulaşılamaz beklentilerin yaratılmaması, bireyin çocukluktan itibaren işbirliğine dayalı ve saldırgan olmayan davranışlarının ödüllendirilmesi, caydırıcı cezalar dışında ceza uygulanmaması temel ilke olmalıdır. Bunun yanısıra medyanın saldırganlık üstünde yarattığı etkiler çok iyi analiz edilmelidir. Örf, adet ve geleneklerin içinden saldırganlık motifi taşıyanların ayıklanması çözüm yollarından biri olabilir. Empati eğitiminin de saldırganlığı azaltma yönünde kullanılmasına yoğunlaşılmalıdır.[6]

Vandalizmin Tanımı ve Boyutları

Miladın başlangıç yıllarında yaşayan ve Roma İmparatorluğu'yla yaptığı savaşlarda acımasızlığıyla ün salan bir Doğu Germen halkı Vandal olarak anılmaktadır.[6]Vandalizm, 4. ve 5. yüzyıllarda Batı Avrupa'yı istila eden, geçtikleri her yeri yakıp yıkan ve M.S. 455'te Roma'yı yağmalayan Vandallara atfen, bir kimsenin kamu mallarına ya da tanımadığı kişilerin mallarına yönelik saldırganca davranışlarda bulunma eğilimini ifade etmek için kullanılan bir terimdir.[1] Fransızcadan dilimize geçmiş olan Vandalizm, Vandal olma yanlısı anlamında kullanılmaktadır. Buna dayanarak eski kültür ve sanat anıtlarını yakıp yıkan, bunların değerini bilmeyen kimse ya da topluluklara "Vandal" denile gelmiştir.[6]

Literatürde vandalizme ilişkin çeşitli tanımlamalar yapılmıştır. Moser’in tanımıyla vandalizm, kurum ya da kişiye ait nesnelere zarar vermeye, onları harap etmeye, yıkmaya yönelik bilinçli bir davranıştır. Harrison’a göre de vandalizm istemli bir davranıştır ki bu noktada, herhangi bir kamu ya da şahsi mülke yada finansal ya da estetik değeri olan bir objeye yönelik yok edici bir fiziksel zarar vermeyi istemektir. Diğer taraftan Baughman, bir amacı olsa da olmasa da mülke karşı zarar verme biçimlerinin hepsini vandalizm olarak kabul ederken, Ducey, en ufacık bir görünümden en kuvvetli bir görünüme (örneğin bir lambaya taş atmaktan, kasten adam öldürmeye) kadar uzanan zarar verici / yok edici / tahrip edici davranışların hepsini vandalizm içine dahil etmiştir. Goldstein’e göre vandalizm, herhangi bir kar elde etmeksizin ya da herhangi bir çıkarı olmadan çevreyi aşağılamada gönüllülüğü kapsarken, Casserly, Bass ve Garrett’e göre vandalizm, sahibinin rızası olmadan bir malı tahrip eden, yıkan kısacası ona zarar veren kötü niyetli ve dirençli davranışları kapsamaktadır. Ceccato ve Haining ise vandalizmi kamuya ya da kişiye ait mülke zarar veren kriminal bir saldırı olarak tanımlamıştır. Tüm bu tanımlamalarda ortak olan nokta vandalizmin kamu ya da şahsi mülke yönelik zarar veren ve çoğunlukla istemli bir saldırganlığı içeren davranışları kapsamasıdır.[8]

Vandalizm psikolojik, sosyolojik ve ekonomik sonuçları olan ciddi bir problemdir.[9] Türkçede "tahripçilik" olarak adlandırabileceğimiz bu olguya ilk kez 1794'te Abbé Grégoire, Paris'te yapılan bir toplantıda dikkat çekmiş, 1789 Fransız İhtilalini izleyen yıllarda vatandaşların tarihi eserleri tahrip etmelerini önlemek gerektiğini vurgularken "vandalisme" terimini kullanmıştır. Bu terim, aradan 200 yıldan fazla zaman geçmesine rağmen günümüzde de hemen hemen aynı anlamda kullanılagelmektedir.[1]

Vandalizm, yaşamın hemen hemen her alanında gözlenebilmektedir. Binaların camlarını kırmak, duvarlara yazı yazmak, kundaklamak suretiyle binalara zarar vermek, parklardaki mobilyaları kazıyarak isim yazmak, müzedeki çok değerli bir tabloyu yırtmak, kütüphanelerdeki kitapların kimi sayfalarını kopartmak ya da yırtmak, karayollarındaki trafik işaret ve levhalarını sanki bir hedef tahtası gibi kullanmak, caddelerdeki telefon kulübelerine ve telefonlara zarar vermek, vb, sık rastlanan tahripçilik örneklerden bazılarıdır. Bu tür olayların sıklıkla meydana geldiği mekanların uzun bir liste oluşturacağını belirten Van 6iet, bu mekanları 6 grupta toplamaktadır:
  • Parklar ve oyun alanları,
  • Eğitim tesisleri,
  • Toplu taşıma araçları,
  • Yurtlar ve kütüphaneler gibi kurumsal alanlar,
  • Resmi kurum ve kuruluşlar,
  • Kent mobilyaları (parklardaki oturma grupları, banklar, sokak lambaları, vs.)
Vandalizm, hukuksal açıdan bir suçtur. Bu açıdan ele alındığında, örneğin 1971 tarihli İngiliz Tazminat Cezası Yasasına göre tahripçi (vandal), "yasal bir özrü olmaksızın başka birine ait herhangi bir özel eşyayı tahrip eden ya da zarar veren, özel malları ya da eşyaları tahrip etmeye ya da zarar vermeye kasteden, bu tür malların ya da eşyaların zarar görüp görmeyeceğine aldırış etmeyen kişi" olarak tanımlanmaktadır. Amerika'da tahripçilik (vandalism), "sahibinin ya da vasisinin rızası olmaksızın özel bir mal ya da mülke (property), çizerek, kırarak, işaret yaparak, boyayarak, çiziktirerek, kirleterek ya da yasaların tanımladığı herhangi bir yolla kasıtlı olarak ya da bilerek tahrif ve tahrip edilmesi, yaralanması, bozulması, zarar verilmesi" olarak tanımlanmıştır. Amerika'da bu suçtan dolayı tutuklananların sayısı 1983'te 175.981 iken, bu sayı 1992'de 234.483'e, 1993'teyse 261.282'ye yükselmiştir. Bu rakamlar, Amerika'da tahrip etme olaylarının gittikçe arttığı şeklinde yorumlanmaktadır.

Vandalizm aynı zamanda ekonomik bir sorundur. Örneğin sadece Amerika'da vandalizm nedeniyle meydana gelen zararların yılda 1.000.000.000$a ulaştığı belirtilmektedir. Bu rakamın sadece toplu taşıma sistemlerinde olmak üzere her yıl Almanya'da 35.000.000, Hollanda da 30.000.000, Londra'da 20.000.000 Fransa'da 14 milyon dolara ulaştığı tahmin edilmektedir. Sadece okullarda tahripçilik nedeniyle meydana gelen zararların bedelini, farklı araştırmacılar yıllar itibariyle şu şekilde tahmin etmektedir:

Yıllar / Tahmini Bedel

1969 100.000.000 $
1970 200.000.000 $
1972 260.000.000 $
1979 500.000.000 $
1987 500.000.000 $
1990 600.000.000 $

Son yıllarda tahripçilik (vandalizm) olgusuna ilginin artmasında, sosyal, psikolojik ve ekonomik boyutları da olan bu sorunun yol açtığı ekonomik kayıpların ciddi boyutlara ulaşması rol oynamış olabilir. Fakat hangi nedenle olursa olsun, ileride belirtildiği gibi, günümüzde tahripçilik olaylarının sıklıkla meydana geldiği özgül alanlarda bu konuyla ilgili araştırmalar yapılmakta ve önlemler geliştirilmeye çalışılmaktadır.

Tahripçilik sosyal ve psikolojik bir sorundur. Tahripçilik olarak nitelendirilen saldırgan davranışların ortak özelliği; tahrip edilen, aşındırılan, çeşitli derecelerde hasara yol açılan ya da tümüyle kullanılamaz hale getirilen malların büyük bir kısmının kamu malı olması ya da tahrip edilen malların en azından bu davranışları yapan kişilerin hiç de tanımadıkları başka kişilere ait olmasıdır. Bu tür davranışlarda bulunan ve "vandal" olarak nitelendirilen kişiler, kamu mallarına ya da sahibini tanımadıkları eşyalara bir biçimde (örneğin kırarak, parçalayarak, yırtarak, kirleterek, bıçakla ya da başka bir kesici aletle kazıyarak, keserek, çizerek, bozarak, kullanılamaz hale getirerek gibi.) zarar verirler. "Tahripçi" (vandal) olarak nitelendirilen kişiler bu davranışları kasıtlı olarak yaparlar; en azından, yaptığı davranışlarla kamu malına ya da tanımadığı başka kişilerin mallarına zarar verdiklerinin kendileri de farkındadır. Burada cevaplanması gereken temel soru, bu davranışları yapan kişilerin serseri ruhlu, düşüncesiz kişiler mi oldukları, yoksa bu davranışlarıyla topluma bir mesaj mı vermek istedikleri sorusudur.[1]

Vandalizmin Nedenleri

Tahripçiliğin nedenleri ya tahripçinin (vandal) kişilik özellikleri ve güdüleriyle, ya da tahripçiliğe yol açan çevresel özelliklerle açıklanmaktadır. Örneğin Ward, tipik bir tahripçiyi, "özellikle kimi kamu mallarına serserice ya da anlamsızca zarar veren, genellikle işçi sınıfına mensup bir ergen" olarak tanımlamıştır. Dunning'de, modern Avrupa toplumunda ve özellikle İngiltere'de gazetelere yansıyan tahripçilik ve futbol maçlarında sıklıkla gözlenen şiddet olgusuyla ilgili araştırmasında, bu tür olaylara karışanların çok büyük bir bölümünün belli bir beceriye sahip olmayan genç yaştaki el işçileri olduğunu bulmuştur. Bu yazarlar, tahripçiliğin düşüncesizce yapılan anlamsız davranışlar olduğunu vurgulayarak daha çok tahripçilerin kişisel özelliklerini ön plana çıkarmaktadırlar. Oysa kimi araştırmacılar, tahripçiliği yalnızca tahripçilerin düşüncesizce yaptıkları anlamsız eylemler olarak değerlendirmenin yeterli olmadığını öne sürmektedirler. Bu araştırmacılara göre tahripçi, kamu mallarına zarar vermeye yönelik eylemlerle aslında topluma bir mesaj vermeye çalışmaktadır. Dolayısıyla, tahripçilerin kişilik özelliklerinin ve bireylerin tahripçiliğe yönelmesine neden olan güdülerin dikkatlice incelenmesi gerektiği görüşündedirler.[1] Sahiplenmenin olmayışı, nüfus yoğunluğu, eğitim eksikliği ve yoğun kullanım gibi etmenler Vandalizm’in nedenleri arasında sayılabilir.[9]

Genç bireylerin bir saldırgan davranış biçimi olarak kabul edilen vandalist davranışlar sergileme durumuyla bu tür davranışlar sergilenmesinde gençlerin bir arkadaş grubuna ait olmalarına verdikleri önem (arkadaş grubuna sahip olma; arkadaş grubuna sahip olmayı önemli görme; arkadaş grubuyla geçirilen zaman sıklıkları; arkadaş grubunun düşünce ve davranışlarından ne kadar etkilendikleri; arkadaş grubunun faaliyetlerini ne kadar önemli buldukları; arkadaş grubuyla ne kadar ortak faaliyette bulundukları) arasında anlamlı ilişkiler bulunmuştur. Bu durum gençlik döneminde arkadaş grubunun önemini ortaya çıkarmaktadır. Gençlerin bir arkadaş grubuna sahip olmaları ya da o gruba ait olmayı önemli görmeleri bir anlamda gruba ait olmayı sürekli kılma çabasını da beraberinde getirmektedir. Bu bağlamda, davranışlar vandalist davranışlar şeklinde de olsa, genç için grubun istediği şekilde davranmak anlamlılık kazanmaktadır. Arkadaş grubunun sürekliliğinin korunmasına ya da bir gruba ait olmaya önem verme arttıkça gençlerin bir saldırganlık türü olan vandalist davranışlar sergileme oranı da artış göstermektedir. Arkadaş gruplarına ait olmaya verilen önem gençlerin vandalizm gibi kimi sapmalara yönelmesinde etkilidir.[8]

Kimi yazarlarsa tahripçiliğe neden olan çevresel şartlar üstünde durmuşlardır. Örneğin bir mekanın, o mekanı kullanacak kişilerin denetimine olanak tanınmayacak şekilde tasarlanmış olmasının tahripçiliği artıracağı öne sürülmüştür. Samdahl ve Christensen de konuya bu açıdan yaklaşmışlardır. Bu araştırmacılara göre çevre, herhangi bir alanda söz konusu alana uygun davranışın ne olduğu konusunda birtakım ipuçları içerir. Örneğin bir kişi o anda içinde bulunduğu alana uygun olmayan bir davranışta bulunduğu zaman, çevredeki kişilerin olumsuz tepkileri ve baskılarıyla karşılaşır. Bu tür çevresel ipuçları, bireyin davranışlarını dolaylı bir biçimde etkileyerek ve değiştirerek, bireye o alana uygun davranışın ne olduğunu ima eder. Bu tür çevresel ipuçları, tahripçiliğin o alana uygun bir davranış olduğunu ima ederek ya da böyle bir mesaj ileterek kişileri tahripçiliğe yöneltebilir.[1]

Psikologlara göre betonlaşmanın çok olduğu kentlerde vandalizm daha çok görülmektedir.[12] Perlgut, vandalizmin ortaya çıkmasında fiziksel tasarımın ve ortamın önemli bir rol oynadığını öne sürerek, tahripçiliğin yalnızca fiziksel nesnelere yönelik olması nedeniyle "yararlı bir çevresel suç" olduğunu vurgulamaktadır. Perlgut'a göre tasarımcılar, planlayıcılar ve yöneticiler tarafından çoğunlukla yanlış anlaşılan tahripçilik, tahripçilik örüntülerinin ve tahripçiliğin oluştuğu çevresel bağlamın anlaşılmasıyla daha etkili bir biçimde kontrol edilebilir.

Suçluluğu açıklamak için geliştirilen zorlanma kuramının tahripçiliğin açıklanmasına da uygulanabileceği öne sürülmektedir. Zorlanma kuramına göre suçluluk, bir kişinin kendisine acı veren herhangi bir durumdan kaçınması engellendiği zaman ortaya çıkar. Bu görüş doğrultusunda tahripçilik, kişinin kendisini rahatsız eden bir durumdan kurtulma yollarının tıkalı olduğunu algıladığında başvurduğu bir davranış olarak açıklanabilir.

Tahripçiliği açıklamak üzere öne sürülen görüşlerden biri, zevk kuramıdır (enjoymenttheory). Özellikle okullarda meydana gelen tahripçiliği açıklamak üzere Csikszentmihalyive Larsen tarafından öne sürülen bu görüş, vandalizmi şu 3 öğenin bileşimiyle açıklamaktadır:
  • Uysallığı teşvik eden dışsal ödül sistemi ve itaat etmeyi gerektiren dışsal ceza sisteminin etkisi gittikçe azalmaktadır.
  • Okulda başarılı olabilmek ve diploma alabilmek için okulun taleplerine uymakla, bireyin gelecekteki yaşam amaçlarında başarılı olması arasındaki araç-amaç ilişkisinin inandırıcılığı gittikçe azalmaktadır.
  • Okullar eğlenceli yerler olmaktan hızla uzaklaşmakta, eğitime yönelik içsel motivasyon azalmakta, "suç" niteliğindeki davranışlar okulun sunduğu etkinliklere göre öğrencilere daha fazla zevk vermektedir.
Zevk kuramı, özellikle yukarı da belirtilen 3. öğeyi vurgulamaktadır. Bu yazarlar, insanların pek de hoşlanmadıkları çok sayıda istekle karşılaştıkları ortamlarda, tahripçiliğin ya da diğer anti-sosyal davranışların kişiye içsel olarak daha fazla zevk verdiğini ya da bu davranışları daha eğlenceli bulduklarını belirtmektedirler. Bu görüş, psikolojide optimal düzeyde uyarılma kuramından esinlenilerek geliştirilmiştir. Optimal uyarılma kuramına göre insan, yetersiz ya da tek düze uyarıcıların bulunduğu bir ortamda bir süre bulunduktan sonra sıkılır ve daha fazla uyarıcı aramaya başlar. Aşırı derecede uyarıcının bulunduğu bir ortamda bir süre bulunduktan sonra da bu kez daha az uyarıcı bulunan başka bir ortam aramaya başlar. Başka bir deyişle, birey hem uyarıcıların çok az olduğu hem de çok fazla olduğu durumlardan bir süre sonra uzaklaşarak, optimum düzeyde uyarıcı içeren ortamlara yönelir. Bu yüzden de optimal uyarım arayışı önemli bir içsel güdüleyicidir. Eğlence kuramını öne süren yazarlar, okulda öğrencilerin becerileri (kapasiteleri) ile okulun öğrencilerden talep ettikleri arasında bir denge olduğu takdirde öğrencilerin canlarının sıkılmayacağını, aksi takdirde sıkılacaklarını ve okul çalışmalarını eğlenceli bulmayacaklarını belirtmektedirler. Bu durumdaki öğrencilerin okullarda tahripçiliğe başvurmaları hiç de şaşırtıcı değildir. O halde giriş-çıkışlarda arama yapmak, binalarda kırılmaz malzemeler kullanmak, kamerayla her yeri gözetim altında tutmak gibi. gibi yöntemlerle tahripçiliği önlemek mümkün değildir.[1]

Vandalizm, Goşizm ve Terör

Günümüzde terör ve terörizm kavramları eş anlamlı kullanıldıktan başka terörizm genelde anarşizm, vandalizm ve goşizm'le karıştırılarak kullanılmakta, sonuçta yaşanan olayları Bu bağlamda ortaya çıkışı 18. yüzyıla dayanan “mülkiyetsiz, özgürlüğün sınırsız ve kısıtsız kullanımını önceleyerek her türlü otoriteyi tümden reddeden”, amaca ulaşmak için şiddete başvurmayı kabul eden ancak “sosyopolitik ve sosyoekonomik” bir model ortaya koyan anarşizmle terörizmin birleştiği göreli tek nokta şiddet kullanımıdır.[10]

Vatandaşlar arasındaki sorunları ve çatışmaları çözmek, kamu düzeni ve güvenliği sağlamak amacıyla ve yasal sınırlar içerisinde olmak kaydıyla, sadece devlet tarafından kullanılabilen silah ve zor kullanma hakkını yasadışı bir şekilde kullanarak, vatandaşların devlete olan güvenlerini kaybettirme amacında olan terörist eylemlerin birçok durumda siyâsî ya da etnik nedenlerden kaynaklanması nedeniyle her devlete göre farklı algılanması, bunun yanısıra, iç savaş, savaş, vandalizm, isyan gibi diğer şiddet biçimlerinden birçok durumda ayırt edilememesi, “terör”ün ve “terörizm”in kesin ifadelerle tanımının yapılmasını engellemektedir.[11]

Vandalizm; ideolojik ve siyâsal köken alanı olmayan, önceden planlanmış, ya da organize kimliği bulunmayan, anlık olarak ortaya çıkıp kısa sürede sonlanan bireysel ya da bireylerin yığın psikolojisi içinde katıldıkları amaçsız ve bilinçsiz bir şiddet eylemi ve baskılanmış şiddet duygusunun denetimsiz dışa vurumudur. Goşizm ise etimolojik olarak aşırı solculuk biçiminde tanımlanmakta, “küçük burjuva sınıfının işçi sınıfını dışlayan serüvenci ve bireysel terörü” olarak adlandırılmaktadır.[10]

Zaman zaman başta İstanbul, Ankara, Adana, Diyarbakır gibi metropollerde düzenlenen protesto gösterilerinin, yığın-kitle psikolojisi sonucu, denetimden çıkarak ya da provoke edilerek, bilinçli olarak çıkarılarak, korsan gösterilere dönüşmesi sırasında yaşanan şiddet dozu yüksek eylemler (yoldan geçen araçların taşlanması, yakılması, mağaza banka vitrinlerinin kırılması, yollarda lastik yakarak trafiğin engellenmesi, polise taşlı sopalı karşı koymalar gibi) terör eylemi olarak medya tarafından adlandırılmakta ve kamuoyuna bu şekilde tanıtılmaktadır. Fakat bir anda ateşlenen, tırmanan ve sönen ya da söndürülen, içinde şiddet barındıran bu tür eylemler, terör eylemi değil vandalizm olarak adlandırmak daha uygundur. Bu tür eylemleri terör eylemleri perspektifinde değerlendirmek pek doğru olmamaktadır.[3]

Kaynaklar

[1] Doç. Dr. Selahiddin Öğülmüş, "Tahripçilik (Vandalizm): Düşük Yoğunluklu Bir Sapma", Polis Bilimleri Dergisi, Cilt: 2, s.73-74.
[2] Yrd. Doç. Dr. Soner Doğan-Dr. İsmail Demir, "Genel Lise Öğrencilerinin Okul Tahripçiliği Algıları", Ahi Evran Üniversitesi Kırşehir Eğitim Fakültesi Dergisi (KEFAD), Cilt 13, Sayı 1, Nisan 2012, Sayfa 133-147.
[3] Hüseyin Salur, "Küreselleşme Bağlamında Din ve Terörizm" (yüksek lisans tezi), Çukurova Üniversitesi, Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalı, Adana 2006, s.13.
[4] Yrd. Doç. Dr. F. Demet Aykal, "Kent Estetik Kurulu Görevi ve Sorumlulukları", Diyar Bülten, s.33.
[5] S. Armağan Yıldız, "Ebeveyn Tutumları ve Saldırganlık", Polis Bilimleri Dergisi Cilt: 6, 131-149.
[6] Öğretim Görevlisi İffet Görkay Kesimli, "Saldırganlık ve Vandalizm", Electronic Journal of Vocational Colleges, Mayıs 2013, s.161.
[7] Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu, "Kritik Enerji Altyapı Güvenliği Sonuç Raporu", Karınca Yayınları, 2011, ISBN: 978-605-4030-62-0, s.24.
[8] Doç. Dr. Esra Burcu-Yrd. Doç. Dr. Nazan Danacıoğlu-Prof. Dr. Aleksander T. Vazsonyi, "Arkadaş Grubuna Sahip Olmaya Verilen Önemin Gençlerin Vandalizmi Üzerindeki Etkisi", Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, cilt:24, sayı:2, Aralık 2007, s.26, 32.
[9] Sadık Dinçtürk, "Türkiye'de Vandalizmin Sosyal Ekonomik ve Psikolojik Boyutları" (yüksek lisans tezi), Afyonkocatepe Üniversitesi, Afyon 2007.
[10] Ercan Çitlioğlu, "Terörizm ve Gelecek Senaryoları", 21 Mayıs 2009 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı Karargah personeline verilen konferans metninden.
[11] "Terör Sigortası", Reasürör (3 aylık dergi), Temmuz 2008, s.4.
[12] Hilal Turgut-Sevgi Yılmaz, "Ekolojik Temelli Çocuk Oyun Alanlarının Oluşturulması", 3. Ulusal Karadeniz Ormancılık Kongresi, 20-22 Mayıs 2010, Cilt: 4, s.1623.
Read more...
| 0 yorum

Yûşâ Tepesi

Beykoz İlçesi'nde, İstanbul'un denize en yakın ve en yüksek tepesi, Yûşâ Tepesidir.(200 metre). Buradaki yapıları ve camiyi, 3.Osman'ın sadrazamlarından 28.Çelebizâde Mehmet Said Paşa yaptırmıştır; fakat çeşitli depremler ve yangınlarla çok fazla tahrip olmuştur. Günümüzdeki yapılar, 1863 yılında Sultan Abdülaziz tarafından onartılmıştır.[1]





Tepenin adına gelince; Yûşâ Peygamber, bir rivâyete göre, Hz. Musa ile birlikte Mecmeul-Bahreyn'e (Boğaziçi) gelmiş ve burada vefât ederek bu tepeye gömülmüş. Bu yüzden de tepenin adı Yûşâ olmuş.[2]



Yûşâ Peygamber (Yûşâ bin Nun)

Yûşâ (A.S.), Hz.Yusuf'un neslinden olup, Hz Musa ile aynı zamanda yaşamıştır. Hz Musa'nın genç Yûşâ ile “iki denizin birleştiği yere kadar” yaptıkları tarihi ve gizemli yolculukları ve burada Hızır (A.S.) ile buluşmaları, Kurân-ı Kerîm'de Kehf Suresi'nin 60-65. ayetlerinde anlatılır.[3]
60. Hani Musa, genç yardımcısına demişti: “İki denizin birleştiği yere ulaşıncaya kadar gideceğim ya da uzun zamanlar geçireceğim.”
61. Böylece ikisi, iki (deniz)in birleştiği yere ulaşınca balıklarını unutuverdiler; (balık) denizde bir akıntıya doğru (veya bir menfez bulup) kendi yolunu tuttu.
62. (Varmaları gereken yere gelip) Geçtiklerinde (Musa,) genç yardımcısına dedi ki: “Yemeğimizi getir bize, and olsun, bu yaptığımız yolculuktan gerçekten yorulduk.”
63. (Genç yardımcısı,) Dedi ki: “Gördün mü, kayaya sığındığımızda, ben balığı unuttum. Onu hatırlamamı şeytandan başkası bana unutturmadı; o da şaşılacak tarzda denizde kendi yolunu tuttu.”
64. (Musa,) Dedi ki: “Bizim de aradığımız buydu.” Böylelikle ikisi izleri üzerinde geriye doğru gittiler.
65. Derken, Katımız'dan kendisine bir rahmet verdiğimiz ve tarafımızdan kendisine bir ilim öğrettiğimiz kullarımızdan bir kulu buldular.[4]
Burada, Hz Musa'nın yanındaki genç adamın Hz Yûşâ olduğu, rivâyetlerden anlaşılmaktadır.[3]
Yûşâ Aleyhisselam'ın adı aslında "Yeşu" olup Arapça'ya "Yûşâ" diye geçtiği rivayet edilir. Yûşâ bin Nun bin Efrayim bin Yusuf bin Yakup bin İshak bin İbrahim Aleyhisselam'dır. Yûşâ Aleyhisselam'ın babasının adı, "Nun"; annesinin adı ise "Meryem"dir. Yûşâ Aleyhisselam'ın annesi, Hz. Musa'nın kız kardeşidir.
Yûşâ bin Nun Aleyhisselam; orta boylu, buğday tenli, büyük gözlü, mücâhit, gâzî ve yiğit bir zâttı. Yûşâ Aleyhisselam, İsrailoğulları'nın baş komutanıydı. Yûşâ Aleyhisselam'ın peygamberliğinde bütün kitap ehli ittifak etmektedir.[5]


Yûşâ Peygamber'in Türbesi

Burada gömülü olan zâtın Yûşâ Peygamber olduğuna inanılmaktadır. Bu inanışı doğrulayacak hiçbir belge olmamakla birlikte, yine de halk arasında buraya büyük bir ilgi vardır. Yûşâ Tepesi’ndeki bu türbe her türlü sıkıntı ve dilek için ziyaret edilmekte ve adak adanmaktadır. Daha sonra dilekleri gerçekleşenler, adaklarını geciktirmeden yerine getirmektedir.[1]
Tepede Yûşâ Peygamber'e ait 17 metrelik bir mezar bulunuyor. Mezarın niye bu kadar uzun olduğuna dair rivayetler var.

Kimileri bu uzunluğun nedenini, Hz. Yûşâ'nın bir peygamber olmasından dolayı kendisine duyulan saygı ve sevginin göstergesi olarak açıklarken, kimisine göreyse, mezar manevi bir keşifle bulunduğu için, Hz. Yûşâ'nın tam olarak nerede yattığı kestirilememiş ve belki isabet eder maksadıyla büyük tutulmuş.[2]
Eşsiz manzarası ve mânevî konumuyla ziyaretçisi eksik olmayan bu türbe hakkında çeşitli rivâyetler mevcuttur. bir rivayete göre Hz Musa ile birlikte Mecmaul-Bahreyn'e (Boğaziçi) gelmiş olan Yûşâ (A.S.) vefat etmiş ve bu tepeye gömülmüştür.
Başka bir rivayete göre ise tepe, adını Karadeniz'den ilk görünen en yüksek tepe olması sebebiyle “fenikeliler” tarafından “kurtarıcı” anlamına gelen “yesu” dan almaktadır.[3]


Yûşâ Tepesi Camisi'nin Duvarındaki Tanıtıcı Kitabede Yazılı Olanlar

Yûşâ tepesi, Boğaziçi'nin sahile en yakın ve en yüksek tepesidir. Yûşâ Camii veya Yûşâ Aleyhisselam'ın türbesi, bu tepenin zirvesinde, Karadeniz'i ve boğazı aynı anda gören muhteşem bir tepedir. Burası tarihin ilk dönemlerinden itibaren, kutsal bir yer olarak kabul edilmiştir ve çeşitli uygarlıklar kendi dinlerine mabetler ve tapınaklar inşa etmiştir.
Osmanlı döneminde de bu tepeye sadrazam yirmi sekizinci Çelebizâde Mehmet Sait Paşa (ö. 1761) tarafından 1755 tarihinde bir mescid yaptırılmıştır. 3.Osman'ın sadrazamı olan bu zât, aynı zamanda, burada bulunan ve Hz. Yûşâ Peygamber'e izafe edilen mezarın etrafına kagir bir duvar çekmiş, bir türbedar ile türbenin bakımını îfâ etmek için görevliler göndermiş ve onlar için odalar yaptırılmıştır.
Yûşâ Peygamber'e izafe edilen kabrin 17 metre uzunluğunda olması, her zaman insanların zihnini meşgul eden durumlardan olmuştur. Bu konuda üç yorum yapılmaktadır.
1. O, bir peygamberdir, ona duyulan saygı ve sevgiden dolayı böyle uzun ve geniş bir mezar yapılmış olabilir.
2. Yer, mânevî bir keşifle bulunduğu için, isabet eder düşüncesiyle geniş ve uzun tutulmuş olabilir.
3. Yûşâ Hazretlerinin mezarının uzunluğu, çok eski inanışlarda dağların zirvesinde yaşadığı kabul edilen başka bir inanışla kaynaştırılmış olması şeklinde anlaşılabilir. Zira tepenin bir başka adı da .
Tarih boyunca hep ziyaretçileri ile bütünleşen ve hep insanların ilgi odağı olmayı sürdüren bu tepede, 3.Selim Han (1789- 1808) döneminde bazı yıllarda izdihamdan dolayı fitneye mahal olmasın düşüncesiyle mevlid okunması bile yasaklanmıştır.
Kagir duvarlı kırma çatılı küçük bir yapı olan bu tepedeki camii yangına maruz kaldığından, Sultan Abdülaziz döneminde (1863) aynı biçimde yenilenmiştir. Yûşâ peygamber bir rivayete göre, Hz. Musa peygamberle birlikte MECMEUL-BAHREYN (BÖĞAZİÇİ) gelmiş ve vefat ederek bu tepeye gömülmüştür.
Yûşâ peygamber, Hz.Yusuf'un neslinden olup Hz. Musa'nın çağdaşıdır. Hz. Musa'nın genç Yûşâ ile kadar yaptıkları tarihi ve gizemli yolculukları ve burada Hızır (a.s.) ile buluşmaları KUR-ANI KERİM' DE KEHF suresinin 60-65. ayetlerinde anlatılır. Burada Hz. Musa'nın yanındaki genç adamın Hz. Yûşâ olduğu rivayetten anlaşılmaktadır. Hz. Yûşâ'nın burada, Yûşâ tepesinde medfun olduğu şeklindeki inanç en çok Beşiktaş'ta türbesi bulunan Kanuni Sultan Süleyman'ın süt kardeşi olan Yahya Efendi'nin (1474-1570) mânevî keşfi ile irtibatlandırılarak yaygınlaşmış ve şöhret bulmuştur.

Bazı tefsirlerde Hz. Yûşâ'nın Hz.Musa'nın vefatından sonra peygamber olarak gönderildiği, Hz. Musa'nın yeğeni ve yardımcısı olduğu, Hıristiyan ve Yahudilerin ona Yeşu dedikleri nakledilir. Yeşu (Yûşâ), Ben-i İsrail'e gönderilen dört büyük peygamberden biridir.

BEYKOZ MÜFTÜLÜĞÜ 2002.[5]

Kaynaklar

[1] www.wowturkey.com/forum/viewtopic.php?t=9823
[2] Ürün Dirier, "Sevgi odağı Yûşâ Tepesi", Yeni Şafak Gazetesi. (www.yenisafak.com.tr/arsiv/2002/aralik/09/g4.html)
[3] www.tubabakay.com/yusa-tepesi-ve-hz-yusa/
[4] Kurân-ı Kerîm, Kehf Sûresi 60-65.
[5] 05357662548.blogcu.com/yusa-tepesi_44148651.html
Read more...
| 0 yorum

Astral Seyahat Teknikleri 4



Bunu İster Ezberleyin İsterseniz Ses Kaydı Yapın.

Başlıyoruz...

Derin bir nefes alın ve nefesinizi verirken gözlerinizi kapatın. Bir gevşeme dalgasının tüm bedeninize yayılmasına izin verin. Derin bir nefes daha alın ve nefesinizi verirken bu hoş gevşemenin bedeninizin her hücresine ve tüm kaslarınıza yayılmasına izin verin.

Hiçbir problem, hiçbir endişe olmaksızın bu şekilde gevşemek çok güzel bir şey. Sadece hoş bir sıcaklık ve genel bir gevşeme. Yine nefes alırken ayak kaslarınızın gevşemeye başladığını hissedin. Aldığınız her nefesle ayak parmaklarınızın giderek daha fazla gevşemesine izin verin. Daha önce hiç gevşemediğiniz kadar gevşeyerek, bu harika gevşemenin ayaklarınızın her bölümüne ve ayak bileklerinize doğru yayılmasına izin verin.

Bu gevşemenin baldırınıza ve dizlerinize doğru çıktığını hissedin. Bu harika bir duygu. Bu güzel gevşeme duygusunu giderek daha derinden hissederken huzurunuzu hiçbir şey kaçıramaz ya da sizi hiçbir şey kaygılandıramaz.

Şimdi, bu gevşemenin uyluklarınıza doğru ilerlemesine izin verin. Tüm gerilimin çözüldüğünü ve yavaş yavaş yok olduğunu hissedin. Bu çok hoş, çok huzurlu, çok, çok gevşetici bir şey.

Şimdi bu gevşemeyi bacaklarınızda iki katına çıkarın, sonra da karnınıza ve göğsünüze doğru ilerlemesine izin verin.

Aldığınız her nefes kendinizi çok, çok daha gevşemiş hissetmenizi sağlıyor. Bunu yapmak aldığınız her nefesle birlikte giderek daha kolaylaşıyor. Aldığınız her nefes sizi çok daha derin, genel, tam bir gevşeme haline götürüyor.

Şimdi, gevşemenin omuzlarınıza doğru ilerlediğini, sonra da kollarınızdan parmaklarınızın ucuna doğru yöneldiğini hissedin. Elleriniz ve parmaklarınız artık çok daha gevşemiş, çok daha serbest, yumuşak ve rahat bir durumda.

Gevşemenin boynunuza doğru ilerlemesine izin verin. Tüm gerilimin yavaş yavaş yok olduğunu hissedin, gevşemenin bedeninizin her bölümüne ilerlemesinden zevk alıyorsunuz.

Gevşemenin yüzünüze ilerlemesine izin verin. Gözlerinizin çevresindeki kasların gevşediğini hissedin, sonra da bu gevşemenin başınızın tepe bölümüne doğru ilerlemesine izin verin, bu şekilde bedeninizin her bölümü tümüyle, tamamen, kesinlikle gevşemiş olacak.

İşte bu güzel, sakin, huzurlu hal içindeyken, bir nehir kıyısında uzandığınızı hayal edin. Suyun yavaşça akarak geçerken çıkardığı çağıltıları duyabilirsiniz. Ağaçlarda oyunlar oynayan kuşların seslerini duyabilirsiniz, serinlik veren hafif bir rüzgarın dokunuşunu hissedebilirsiniz.

Zihninizde, kalktığınızı ve tıpkı alıp götüren küçük bir tekne gibi suyun üzerinde yumuşak bir şekilde yüzen bir yaprağı izleyerek nehir boyunca yavaş yavaş yürüdüğünüzü canlandırın. Çok geçmeden bir şelalenin sesini işitebilirsiniz; biraz daha ilerleyin ve işte, şelale tam karşınızda duruyor.

Şelalenin arkasında, aşağıdaki büyük, pürüzsüz bir kayaya giden on tahta basamak var. Ellerinizi tırabzana koyun ve basamakları inmeye başlayın. Garip bir şeyler oluyor. Attığınız her adımla birlikte, gevşemeniz ikiye katlanıyor, böylece güneşle yıkanan büyük kayaya vardığınızda şu an olduğunuzdan on kat daha fazla gevşemiş olacaksınız, zihninizin, bedeninizin ve ruhunuzun her parçasında tamamen gevşemiş olacaksınız.

On. yavaşça inin, gevşemeniz ikiye katlanıyor.

Dokuz. Bir basamak daha, gevşemeniz yine ikiye katlanıyor.

Sekiz. Yavaşça inin, gevşemeniz bir kez daha ikiye katlanırken şelalenin o hafif, incecik damlacıklarınızı hissedin.

Yedi. Şimdi tam, eksiksiz bir gevşeme.

Altı. Tam bir gevşemeye geçip, kendinizi bu duyguya bırakın.

Beş. Yolun yarısı. Kendinizi yumuşak, bükülgen bir bez bebek kadar gevşemiş hissedin.

Dört... Üç... İki... ve bir. Çok, çok daha derin, bütün, eksiksiz bir gevşeme.

Bu güzel, sıcak kayaya adım attığınızı ve onun pürüzsüz yüzeyine uzandığınızı hissedin. Gevşemiş. Gevşemiş. Gevşemiş ve çok huzurlu. Bedeninizin her bölümünde bütün, eksiksiz, mutlak bir gevşeme.

Yazıyı direk kitaptan yazdım, yazılış yazım varsa affola!!!

Bu egzersizi yaptıktan sonra, ip yöntemini kullanıp Astral'e geçebilirsiniz

Bu egzersizi yaparken ses fonu olarak kullandığım ve brainwave'den aldığım etkili bir su ses var. su sesinin olması psişik güçlerinizi devreye sokar.

www.rapidshare.com/files/87548790/Fon.mp3.html


Not : Astral Seyahat üzerinde çalışmayın. Egzersiz üzerinde çalışın. Eğer egzersizi en doğru şekilde başarırsanız, Astral Seyahat'i başaramama İhtimaliniz %1'dir. Sonuç olarak Astral Seyahat'e çıkabilmenin altında gevşeme ve konsantre yatar.[1]

Kaynaklar

[1] www.psisik.com/viewtopic.php?f=203&t=2865
Read more...